Aslına bakıldığında geç kalınmış bir yazı gibi görülebilir bu yazı, fakat olayları sindirdikten sonra düşüncelerin daha sağlıklı bir şekilde belirginleşeceği kanaatindeyim.
1984 yazında Jupp Derwall'in şaşırtıcı bir şekilde Galatasaray'a gelmesi, Türk futbolunu tabir yerindeyse "Çağ Atlattı". Derwall'in katkısı öncelikle alt yapı eğitimini alamamış futbolculara pres, takım oyunu gibi temel kavramları aşılatması, tesisleşmeyi sağlaması ve Mustafa Denizli'yi yanında yetiştirmesi başlıkları altında temelce toplanabilir. Bıraktığı Mustafa Denizli de 88 yılındaki o unutulmaz Neuchatel, Monaco maçlarını kazandırarak Galatasaray'ı Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynatmıştı.
Derwall'in tabir yerindeyse "açtığı bu yoldan" gelen Piontek, 1990 yılında Şenes Erzik'in katkılarıyla A Milli Takım'ın başına getirildi, yardımcısı da bilindik bir isimdi, Fatih Terim.. Piontek öncelikle alt yapıyla ilgilendi, Fatih Terim'in de çoğu röpörtajında da ısrarla kendine mal etmeye çalıştığı o gençleri (Emre Aşık, Okan Buruk, Tugay Kerimoğlu, Rüştü Rençber, Hakan Şükür, Abdullah Ercan, Ergün Penbe) bir nevi keşfedip, Türk Futbolu'nun hizmetine sundu. Fatih Terim'in de ilk kayda değer başarısı, bu gençlerle 93 Akdeniz Oyunları'nda aldığı altın madalyadır. Burada unutulmaması gereken nokta şudur; Piontek olmasa bu keşifler doğru dürüst yapılabilir miydi?
96 Avrupa Şampiyonası, temeli Piontek tarafından atılan Milli Takım'ın -görece- ilk olarak dünya arenasına çıkmasıydı, sonuç ise malum; Fatih Terim tarafından yönetilen bu takım, 3 maçta da puan alamadan, hatta gol bile atamadan elendi, avuntumuz ise bu gençlerin pişmeye başlamasıydı. 96 yılından sonra Fatih Terim, rotasını Galatasaray'a çevirdi, ve Hagi önderliğindeki kadrosu (ki Türk futbol tarihindeki benim gördüğüm, duyduğum en güçlü kadrodur) UEFA kupasını alarak takım bazında tarihimizdeki en büyük başarılarından birini elde etti.
Gelelim 96 ve sonrası Milli Takıma. 96 hezimetinden sonra göreve gelen Mustafa Denizli, 98 Dünya Kupasına katılmayı Hollanda ve Belçika'nın arkasında kalarak kaybetti. Euro 2000'e ise o olaylı "içimizdeki İrlandalılar" sözünün gölgesi altında, playoff oynayarak katılma hakkını elde ettik, 2000 kadrosu da yazının en başından beri zikredilen Piontek'in ortaya çıkardığı ve Fatih Terim'in bir manada babası olduğu kadroydu. İlk kez çeyrek finale çıkma başarısı gösterdik, Portekiz'e çeyrek finalde elendik. Milli Takımımızın koyduğu bu çıta, farkedilir bir şekilde yükselmeye başlamıştı.
Ve 2002.. Tartışmasız Milli Takım tarihinin en büyük başarısını bu Dünya Kupası'ında elde etti, İsveç'in ardından 2.sırada grubu bitiren Milliler, yine bir playoff maçı sonucunda Kore-Japonya işbirliğinde düzenlenen turnuvada 2 kez Brezilya'ya yenilerek üçüncülükle ülkeye döndü, bu dünya üçüncüsü olan takımın temeli Galatasaray'dan, o bildiğimiz kadrodan oluşmakla beraber, İlhan Mansız, Yıldıray Baştürk, Emre Belözoğlu, Hasan Şaş gibi bir kaç yeni oyuncu da 11 oyuncusu olarak yerlerini aldılar.
Şu ana kadar sıralanan bu turnuvalarda çıta hep yukarıya doğruydu. Ne var ki, yeni bir Piontek hareketini görmek ne yazık ki mümkün değildi, 2000-2002 arasındaki altın çağdan sonra Türkiye, tıpkı diğer alanlarında da olduğu gibi başarıyı doğru okumayı bilemedi. 2004 Avrupa Şampiyonası'na Letonya'ya playoff maçları sonucunda elenerek gidemeyen A Milli Takım, bu devrede Şenol Güneş'ten Ersun Yanal'a geçiş gösterdi. Yanal, özellikle Gençlerbirliği'nde elde ettiği parlak başarıdan sonra bu görev için biçilmiş kaftan gibi duruyordu, fakat Hakan Şükür'ü oynatmadan yeni bir sistem üzerinde çalışması, Hakan Şükür lobisinin bunun sonucunda ortaya koyduğu baskı 2006 Dünya Kupası Eleme maçları bitmeden Fatih Terim 2.kez A Milli Takım'ın başına geldi, Playoff maçı oynamaya hak kazanan milliler, İsviçre maçları sonucu elendiler. Bu elenme çok olaylı oldu, Fatih Terim'in fitilini ateşlediği o bilinen kavgada büyük bir cezadan kurtulduk. Bence buradan sonra film tamamen koptu. Fatih Terim'i gönderme/gönderebilme yetisinden yoksun federasyonlar yüzünden Fatih Terim, ülke futbol takımı üstündeki tek yetkili oldu. İstediği mecralarda gezindi, istediği oyuncuları takıma monte etti veya takımdan kovdu.
2008 Avrupa Şampiyonası, belirli bir oyun şablonumuz dahi olmadan yarı finale kadar çıkabildiğimiz bir turnuva oldu. İnsanların o efsanevi geri dönüşleri düşünerek belki Fatih Terim yönetimine ağır eleştiriler getirdiğimi eleştirebilirler, fakat turnuva boyunca yaşadıklarımız, oynanan oyun, futbola daha objektif bakan futbol izleyicilerinin de gözünden kaçmamıştır.
Ayrıca benim Fatih Terim'e getirdiğim bir diğer eleştiri ise, formayı hakkıyla sırtına geçirmesi gerekenlerin veya o formayı giymemesi gerekenlerin arasında adil bir tercih yapmamasıydı. Basına yansıyan hadiseleri tekrardan burada sıralamaya pek bir lüzum görmüyorum. Milli takıma yabancı oyuncu alınımındaki demeçleri arasındaki fark da herkesin aklında; "70 Milyondan bir oyuncu çıkaramaz mıyız?" demeçlerinden, Aurelio'yu ilk 11 oyuncusu olarak sürekli oynatmasından ve bunun sonucunda söylediği demeçler arasında 180 derece bir farkın bulunduğunu da görmezden gelemeyiz. Aurelio'yu kuru bir milliyetçilik sonucu desteklemediğim de düşünülmesin, sadece düşünce sistemindeki bozukluğu aktarmaktı amacım..
Fatih Terim'in dönemi, o altın jenerasyonun dönemiyle beraber Türk Futbolu için kapanmıştı aslında, ne yazık ki bunu Federasyon göremedi. Almanya'dan sağlam bir altyapıyla gelen genç Türk oyuncularını sürekli görmemezlikten gelen Fatih Terim ve yönetimi, bu ülkenin de düzenli bir futbol kültürünün, sisteminin olmamasındaki en büyük sorumluluğa sahiptir.
2010 Dünya Kupası elemelerinde ise sonuç tam bir rezaletti, 2.torbadan kur'aya katılan A Milli Takımı, Grubunda UEFA sıralamasına göre kendinden daha kötü durumda bulunan takımlara karşı 8 maçta 9 puan kaybetti, (5 Belçika, 2 Estonya, 2 Bosna Hersek) 1.torbada bulunan İspanya'nın aldığı puanın ise %50'sini alabildi, (15 puan), bunun sonucunda en kötü 3.olarak 2010 Dünya Kupası'na katılamadık. Bunun sonucunda beklenen oldu, Fatih Terim görevinden istifa etti, istifa etmesinin akabinde bir basın toplantısı düzenleyerek bizim futbolumuzla ilgili çözülmesi gereken 8 sorunu sıraladı, bunlar;
1) Alt yapıya gereken önemin verilmemesiydi, aslında bu sorunun bir şekilde sebebi de Fatih Terim'dir. Altın jenerasyondan sonra hiç bir şekilde alt yapıyla ilgilenmeyen, Tümer Metin, Ceyhun Eriş, Yusuf Şimşek gibi oyuncuları kurtarıcı olarak takımlara alan bir Fatih Terim, altyapıyla ilgilenilmediğini söylemekte. Not olarak hem Abdullah Avcı, hem de Abdullah Ercan yönetimindeki U17 takımları kendi Dünya Kupalarında gruplardan çıkma başarısını göstermiş, ayrıca Abdullah Avcı yönetimindeki takım yarı final oynamıştı. Bakıldığında belirli bir yaşa kadar olan dönemde alt yapıyla ilgili bir sorun gözükmemekte, aslında sorun; sistemsiz bir şekilde transfer yapan beceriksiz kulüp yöneticilerindedir.
2) Kulüplerdeki yabancı sayılarının artması; Hocanın bu tesbitine katılmamak elde değil, şu anda Galatasaray dışındaki diğer büyük takımların özellikle stoper mevkilerinde hep yabancı oyuncu oynamakta -ki hoca da buraya değiniyor- bunun sonucunda da defans kurgumuzda Türk oyuncuların ilk 11'de değil, rotasyonda zar zor yer bulduklarına şahit oluyoruz.
3) Avrupa'da oynayan futbolcu sayımız çok az; Hatta ben size sayı da vereyim, yazıyla bir kişi. O da ilk 11 oyuncusu olmaktan uzak olan Tuncay Şanlı. Altıntop kardeşleri, Nuri Şahin'i Avrupa'ya ihraç etmediğimizi de lütfen aklınızda bulundurun, peki bu durumun sorumlusu kim? Aslında bir çok kalemde bunun sorumlularını tesbit edebiliriz, fakat en belirgin sorun oyuncu kalitesi. Bunun içine bir sürü etkeni de koyabilirsiniz, Arda, Servet, Gökhan Gönül'den başka sizce Avrupa'da oynayabilecek kaç tane Türk oyuncu var? Bu oyuncular sizce Avrupa'ya gitmek için gerekli psikolojik alt yapıya sahip? Fatih Terim'in de toplantıda söylediği gibi Bosna Hersek takımının bile sadece 1 oyuncusu Bosna içinde oynamakta. Farklı ülkelerde futbol oynayabilmek, o ülkenin de sistemini, yaşam tarzını futbolcuya ister istemez enjekte eder.
4) "Hazırlık ve motivasyonun alt seviyede olduğu zamanlar kötü sonuçlar elde ettik." Aslında bu cümle bile futbolumuzun seviyesini gözler önüne sermektedir. Maalesef taktik anlamında bir özelliğimizin var olmadığından ötürü, amiyane tabirle "verilen gazlarla" oyuncularımız maçlara çıkıyor, bunun sebebi de Fatih Terim'in takıma verdiği direktiflerden gelmekte, belki de bu yüzden bizim futbolcularımıza göre daha profesyonel olan gurbetçilerden değil de, gaz vermesinin etkili olacağı Tümer Metin gibi, kendi takımında dahi ilk 18'e giremeyen adamları seçmesidir, kim bilir? Fatih Terim'in sunduğu bu reçetelere neden olan durumları zaten Fatih Terim ülke milli takımına yapmıştır.
5) "Okul ile futbol kültürünü kardeş haline getiremedik". Altına imzamı atarım. Bu maalesef ülke eğitim politikasının bir sonucu.
6) "Milli Takımlar çağın gerektirdiği eğitim ve kamp merkezlerine sahip değil." Bu reçeteleri verdiği toplantıda Fatih Terim, kendi dönemindeki artan sponsorluk anlaşmalarını da hatırlatıyordu, keşke alınan o yüklü maaş ve primler yerine bu sponsorluk anlaşmalarının gelirleri kamp ve eğitim merkezlerine aktarılabilseydi, bunun sorumlusu federasyondur.
7) "Türk futbolu Avrupa'daki gençleri izlemek konusunda çağa ayak uydurmak zorundadır." Ne kadar acı bir itiraf. Kendi altyapı eksikliğimizin belli olduğu zaten aşikar, altyapı eğitimini yurtdışında alan futbolculardan maksimal verimliliği sağlayamıyoruz. Zaten yazının önceki bölümlerinde Fatih Terim'e eleştirimi dile getirmiştim, burada ise işin diğer bir bölümünü aktarmak istiyorum; gelin biraz empati yapalım. Ülkemizin altyapı, eğitim imkanlarının olağanüstü olduğunu, bizim ülkemizde uzunca bir süre oynayan futbolcuların, emek verdiğimiz bu futbolcuların onlarda hiç bir katkısı olmayan başka bir ülke tarafından alındığını düşünelim.. Ne kadar büyük bir yıkım olur değil mi? Hiç bir şekilde üstüne düşmediğimiz insanlardan bizleri kurtarmalarını bekliyoruz, Türk Futbol Tarihinin son 20 yılına damgasını vuran bir isimden bu itirafı duymak gerçekten acı verici.
8) "Sakatlıkların çok olması, ve gençlerimizin antreman programlarını, beslenmelerini sürekli izlememiz gerek". Peki bunu kimin yapması gerekir? Alt yapı eğitmenlerinin.. Burada ise sorumluluk birinci derecede kulüp yöneticilerinindir, A takımlarına milyon dolarlık hocaları getiren basiretsiz kulüp yöneticilerinin alt yapıyla ilgilenenlere maddi açıdan rahatlık sağlayamamaları, kulüplerin en büyük hatalarından birisidir.
Gelelim başlığımıza, Ne Yapmalı? Benim nacizane görüşüm, ülkeye yeni bir altın jenerasyon verebilecek bir ortaklıkla A Milli Takımımızın başarılı olabileceği yönündedir, bunun için bir Piontek-Fatih Terim ortaklığı gibi bir ortaklığı önermekteyim, bu ortaklığın yerli ayağına ise, şu andaki 21-23 yaş aralığını U17'de yarı final oynatan Abdullah Avcı'nın gelmesini de istemekte ve beklemekteyim. İnanılmalıdır ki, böyle bir ortaklık bize yepyeni bir jenerasyonun kapısını açacaktır..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder